ÖRGÜT ANLAYIŞINDA DEĞİŞİM

İncelenmesi gereken çok konu bulunmakla birlikte bundan sonra ağırlığı örgüt konusuna vereceğim. Yıllardan beri bilinen örgüt anlayışı (marksist-leninist örgüt- yürümüyor. İnsanlar bu anlayışın kimisinde daha iyi kimisinde daha kötü uygulandığı örgütlerden kaçıyorlar ya da en iyimser deyimle ihtiyatla yaklaşıyorlar.

Örgüt anlayışında değişim konusundaki inceleme nasıl yapılabilir?

Kısa tarihsel temel gereklidir.

Marx’ın 1879’daki belirlemesi, “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır,” yanlıştır. 20. yüzyıl tarihi bu yanlışlığı fazlasıyla gösterdiği gibi önce Kautsky ardından da Lenin işçilerin kendiliklerinden ancak sendikal bilince varacaklarını, sosyalist bilince ulaşamayacaklarını, bu bilincin dışarıdan iletilmesi gerektiğini yeterince açıklamışlardır.

Marx’ın belirlemesini temel alan ve “şura komünizmi” olarak da adlandırılan anlayış, kısaca tanımlanırsa partisiz marksizm demektir. İşçi sınıfının dışarıdan bilinç iletilmesine ihtiyacı yoktur; o, kendiliğinden eylemi içinde kendi kurtuluşunu sağlayabilir. Bu anlayışın önemli teorisyenlerinden birisi Rosa Luxemburg’dur. Tam anlamıyla bu anlayışı savunduğu söylenemez ama kendiliğinden işçi hareketine büyük değer verir; ne çare ki gerçekleşmemiş, gerçekleştiği zaman da kısa sürede dağılmıştır.

20. yüzyıl değişik ülkelerde işçilerin kendiliğinden hareketlerini yaşadı ama hiç birisi kendiliğinden bir yere gidemedi. Parti önderliği olduğunda da başarısız olunabildi ama buradan başarı da çıkabiliyordu.

Örgüt anlayışındaki değişimin incelenmesinde ilk adım marksizmin yanlışlığı defalarca görülen işçi sınıfının kendi eseri olan kurtuluşu anlayışının bırakılmasıdır.

20. yüzyıl, ek olarak, işçi sınıfının kendini ve insanlığı kurtaracak bir sınıf olmadığını, marksizm tarafından kendisine atfedilen bu role uygun olmadığını göstermiştir.

20. yüzyılda işçi sınıfının temel olduğu tek devrim yoktur.

Ekim devrimi ya da bu ilk sosyalist devrim bile işçilerle asker elbisesi içindeki köylülerin ya da küçük üreticilerin ittifakına dayanmıştır.

Yüzyılın ikinci büyük devrimi Çin devriminde ise işçi sınıfı aramayın, zor bulursunuz.

20. yüzyılın başarılı ve başarıya ulaşamamış bütün devrimlerinin ve devrim teşebbüslerinin gösterdiği gerçek, örgütün gerekli olduğudur.

Örgüt anlayışı değişmiştir ve incelenmesi gereken asıl konu da budur.

Bu değişim ne zaman başladı, diye sorulursa, 1968 hareketiyle diye cevap verilebilir.

Küresel bir özellik taşıyan ve çok sayıda ülkede gerçekleşen 68 hareketi, komünist partilerini devre dışı bırakan ilk sol harekettir. Bu hareket her ülkenin koşullarına göre farklılıklar göstermekle birlikte büyük kitlesellik kazandığı ve toplumu etkilediği ülkelerde (Fransa, Federal Almanya, İtalya gibi) komünist partilerinin devre dışı kalması, hareketi izlemekle yetinmesi ortak özelliktir.

Türkiye’de de aynısı olmuştur ama bizde KP o yıllarda yok sayılırdı. Fransa ve İtalya’da ise durum böyle değildi.

Devrim konusunda ise başlangıç Küba devrimidir denilebilir. Küba devrimi tarihte komünist partisinin önderlik etmediği ilk sosyalist devrimdir. 1950’li yıllarda Sosyalist Parti adını taşıyan KP silahlı mücadeleye karşıydı ve devrimi gerçekleştiren esas güç de 26 Temmuz Hareketi oldu. (Bu konuda  68’den Ne Kaldı?  kitabına bakabilirsiniz.)

68 hareketi değişik ülkelerde en azından başlangıçta sadece kapitalizmi değil reel sosyalizmi de hedef almıştı. Sendikaların ve parti yapılarının dışında örgütlenmeyi tercih etti. Bu yapıları fazla bürokratik ve merkeziyetçi buluyordu.

68 hareketinin ülkelere göre değişen özellikleri bulunmakla birlikte hiçbir yerde örgütün gereğini ve farklı özelliklere sahip de olsa öncülüğü reddetmedi.

Arada kısaca sosyal hareketler konusuna girip, sonra devam edelim…

İşçi sınıfı hareketi de değişik bileşenleriyle bir sosyal harekettir. Çok sayıda sosyal hareket vardır; bir bölümü partilerle birlikte davranırken, önemli bölümü bağımsız hareket eder.

Sosyal hareketlerin genel örgütlenme yapısı, kimlik anlayışı gibi konular önemlidir.

Bu konu, reel sosyalizmin tarihinden önce en çok ilgilendiğim konuydu. Marksist Leninistlerin sosyal hareketleri hiç anlamadıklarını sürekli olarak görebildim.

Bunun bilinen örneklerinden birisi Polonya’da Dayanışma Sendikası’dır. Militan bir işçi hareketiydi ve ülkedeki muhalefeti çevresinde toplamıştı. Gerçek bir işçi sınıfı öncülüğü vardı ama işçiler daha iyi bir sosyalizm değil kapitalizm istiyordu.

Marksistlerin ve hele de Troçkistlerin bunu anlaması mümkün değildi.

Şimdi anlayabildiler mi, doğrusu emin değilim…

İkinci önemli örnek Almanya’da Yeşiller ile ilgilidir.

Dünyanın en büyük çevreci hareketi bu ülkede doğup gelişti. Bu olurken komünistler ve sosyal demokratlar izlemekle yetindiler. Anlamadılar ve anlamadıkları için de reddettiler. Hareket iyice büyüyence de “büyük hata yaptık” dediler ama artık geçmişti.

Sosyal hareketler teorisinin önemli sorusu şudur: neden neredeyse aynı şartlara sahip ülkelerde benzer hareketler ortaya çıkmıyor?

Bu soru Yeşiller ve Greenpeace için sorulmuştur.

ABD, Fransa, İngiltere ve diğer ülkelerde ekolojik sorunlar yok mu, şüphesiz var. Bu ülkelerde de yeşilci hareketler oldu ama cılız kaldılar, neden Federal Almanya’daki gelişti?

Aradaki fark öncü grubun kalitesinde yatıyor. Almanya Yeşiller’inin 68 hareketinden gelen ilk militanları soldan geldikleri için hareketi geniş bir temelde kurdular. Mesela Alman Yeşiller’i baştan beri ırkçılık, yabancı düşmanlığı karşıtıdır, sadece çevreyle ilgilenmemişlerdir.

Örgüt, öncülük, dışarıdan bilinç iletilmesi var; Leninizmle ilgisi bulunmayan örgütlerde bile var. Yeşiller gibi Almanya toplumunu kültürel olarak değiştirebilen bir örgütün gelişmesinde bunları görebilirsiniz.

Örgütün, öncülüğün ve dışarıdan bilinç iletilmesinin zamana ve topluma göre değişen çeşitleri vardır. Sadece işçilere değil bütün toplumsal sınıflara dışarıdan bilinç iletilebilir. Bazıları bunu sürekli reddederler, ardından kabul ederler.

Almanya’da bütün partilerin zamanla çevreci olması gibi…

Bu ülkede devrim olmadı ama toplumsal kültür değişti, kapitalizm şimdiki adıyla “yeşil kapitalizm” oldu.

Bunu en geç anlayanlar da komünistler olacaktı…

Su akar, komünist bakar!

Gözlerinin önünde olanı, hızla gelişeni teorisiyle açıklayamıyorsa, teorisini değiştirmeyi değil, gelişeni reddetmeyi tercih eder.

Sonra pişman olur ama faydası yoktur…

Yeni örgüt tarzları öncelikle pratikte ortaya çıkar.

Dünyada 2011-2019 Hareketi denilen hareket gerçekleşmiştir.

Arap baharı, kapitalist ülkelerde finans kuruluşları çevresinde oturma eylemleri (occupy), büyük kentlerde önemli yerlerin işgal edilmesi (Gezi tek örnek değildir), Şili, Brezilya, Sosyal Forum Hareketi ve daha sayılabilir…

Bu hareketlerde ortaya çıkan bir örgüt tipi vardır. Her ülkede aynı olması gerekmez ama başlıca özellikleri aynıdır.

Gezi ile yakından ilgilenen sosyalistler dünyadaki benzerleri hakkında bilgi sahibi olmadıkları için Gezi’yi de anlayamamışlardır.

Nasıl öncülük edebiliriz diye düşünürken artçı duruma düşmüşler bazen onu bile yakalayamamışlardır. Macaristan’da 1989’da kullanılan kitle sloganı gibi: ileri yoldaşlar! Parti de arkanızdan geliyor!

Yazıyı fazla uzatmamak için burada keseceğim.

Sonraki yazıda çok işlev yüklenen ama değişik denemelerde fiyaskodan başka sonuç vermeyen taban demokrasisi üzerinde duracağım.

Merkeziyetçilik ama nasıl, yeni merkeziyetçilik tarzları nedir ve nasıl hayata geçmektedir gibi sorulara da pratikte gerçekleşmelerinden hareketle cevap aranacaktır.

8 Mayıs 2021

*