21. YÜZYILIN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI

Suriye’de çok sayıda ülkenin dolaylı olarak katıldığı büyük bir savaş söz konusudur. Bir tarafta İran, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti ile Lübnan’daki Hizbullah bulunuyor. Diğer tarafta ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, Suudi Arabistan ve Müslüman Kardeşler bulunuyor. Bazıları doğrudan bazıları dolaylı olarak savaşa katılıyorlar.

İran Genelkurmay Başkanı geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaparak Suriye’de askerleri bulunduğunu kabul etti. Zaten biliniyordu, resmi olarak da doğrulandı. İran’ın Suriye’ye askeri danışmanlar ve askerlerin yanı sıra silah verdiği de biliniyor.

Burada saçma sapan bir takım gerekçeleri bir tarafa bırakmanın gereği bir kere daha ortaya çıkıyor:

Suriye’nin iç işlerine karışmayalım!..

Yok canım! İran karışıyorsa, Türkiye de karışır, başkası da karışır. Suriye yıllarca Lübnan başta olmak üzere komşu ülkelerin iç işlerine karışmadı mı? Hafız ve sonrasında oğul Beşar Esad yönetimleri karışınca iyi de, onların iç işlerine karışılınca kötü mü oluyor?

Suriye’de ne olduğu bizi ilgilendirmez!..

Yok canım! 800 kilometre sınırınız olan bir ülkede ne olduğu, kimin iktidarda olduğu sizi nasıl ilgilendirmez? Suriye’de ne olduğu Türkiye’yi ilgilendirir. Türkiye’nin yerinde başka bir ülke olsaydı, onu da ilgilendirirdi.

Suriye’deki olaylar dışarıdan müdahaleyle çıktı!..

Haydi oradan! Evet, Suriye’ye dışarıdan karışanlar çok. 21. yüzyılın ilk dünya savaşı olması da bu anlama geliyor. Ama içerde ciddi bir muhalefet yok iken, sadece dışarıdan müdahaleyle bu kadarı olmaz. 23 milyonluk bir ülkeden 200.000 civarında insan çevre ülkelere (Türkiye, Lübnan, Irak, Ürdün) göç etmez. Ölü sayısı tam bilinemiyor ama yirmi bin derseniz pek de yanlış bir rakam söylememiş olursunuz.

Dahası, Suriye’de yıllardan beri Müslüman Kardeşler’in güçlü bir muhalefeti yok muydu? 1981 yılında Hama’da tahmini 30 bin kişi öldürüldü. Oradaki olayı da mı dış güçler çıkardı?

Deniliyor ki, Müslüman Kardeşler şöyle şöyle eylemler yaptılar, buna karşılık da devlet harekete geçti. Bu bilinen ve eskimiş bir gerekçedir. Türkiye devleti de aynısını Dersim için söylüyor. İsyan ettiler ve biz de gerekeni yaptık.

Velev ki isyan etmişlerdi, velev ki eylem yapmışlardı. Bu durum devletin yaptıklarını haklı göstermez. Ne Türkiye’de, ne de Suriye’de haklı göstermez. Suriye ile ilgili olarak bunlar görünürdeki gerekçelerdir.

İşin aslı esası şudur: Hatay’da çok kişi Alevi-Nusayri. Esad ailesi de öyle. Bu nedenle ona sempati duyuyorlar, dindaşları ne de olsa. Bunu açıkça söylemek yerine, başka gerekçelere sığınıyorlar ya da başka gerekçeler uyduruyorlar. İlericisi de böyle, ilerici olmayanı da böyle.

Nusayrilik nedeniyle sempati duyulması anlaşılabilir. Ama bunu gizlemek adına “Esad demokrattır, Suriye’de genç bir demokrasi vardır!..” gibi uydurmalara girmeyelim. Devlet başkanlığının babadan oğula geçtiği bir ülkede hangi demokrasiden söz ediyorsunuz?

Önceki yazılarda sözünü etmiştim: Bizdeki 12 Eylül rejimi bile Suriye için demokrasi sayılır. Bunu orada bulunduğum aylarda bazı komünist partililer açıkça ifade ettiler. “Sizde hiç olmazsa askeri mahkeme var, bizde o bile bulunmaz!..” dediler.

Eğer din ya da mezhep temelinde Esad’ı destekliyorsanız, karşıdakilerin de aynısını yapmasına neden karşı çıkıyorsunuz? Sünnilik gericiliktir de, Alevilik ilericilik midir? Aleviliğin ilericilikle herhangi bir ilgisi yoktur. Ezilen mezhep olmak mutlaka ilerici olmayı gerektirmez. Ek olarak, Nusayrilik Suriye’de ezilen mezhep de değildir.

Buradan şu sonuçlara varılabilir:

Birincisi, “Türkiye, Suriye’nin iç işlerine karışmasın!..” demek kendi başına anlam taşımaz. İran karışıyorsa Türkiye neden karışmasın? Karşı çıkılacaksa her türlü dış müdahaleye karşı çıkılması gerekir.

İkincisi, somut çözüm önermek gerek. Zaman hayli geçti ama somut öneri gerek. “Suriye halkı kendi işini halletsin!..” demek, gevezelik yapmaktan başka şey değildir. Hangi Suriye halkı? Halkın bir bölümü Esad rejimine karşı, bir bölümü ise mevcut rejimi destekliyor. Bu iki kesim de birbiriyle çatışıyor. Dolayısıyla “Suriye halklarının yanındayız!..” demek boş laftır. “Çatışan iki tarafın da yanında nasıl olabiliyorsun?..” diye sorarlar.

Üçüncüsü, şu aşamadaki somut çözüm, Birleşmiş Millet müdahalesidir. Böyle bir müdahalenin mahzurları ne olursa olsun, en az mahzurlu olanıdır. Biliyorsunuz, bu ülkeye bir dönem ateşkes için BM gözlemcileri gönderildi, ama çatışmaların arasında kaldılar ve ülkeden çekildiler.

Dördüncüsü, SİP-TKP ya da yeni TKP, Aydınlık ve bazı ufak tefek kuruluşlar Baas rejimini destekliyorlar. Bunlara söylenebilecek bir şey yok. Türkiye’de de Kemalizmin destekçisidirler. Başka bazı partiler ise, somut hiçbir öneri getirmeden konuşuyorlar.

Ortada büyük bir çatışma var. Bu nasıl durdurulacak?

Somut öneri yok. Bunun yerine, “Hatay halkından belki bizim örgüte biraz ekmek çıkar!..” mantığıyla yaklaşım var. Bu şekilde de bir yere gidilmez.

Sonuç olarak: Bu savaş sürecek. Esad iyice yıpranacak. Çok kişi daha hayatını kaybedecek. Güçlü olan kazanacak, çünkü çatışmayı durdurmak için üzerinde anlaşılan bir seçenek bulunmuyor. Her durumda olan, Suriye halkına olacak. Bu kadar yıkım, iç çatışma ve ölümden sonra bu ülke bir daha iflah olmaz. Dahası, farklı halk kesimlerinin birlikte yaşaması neredeyse imkânsız duruma gelecek.

Zaman epeyce geç oldu ama öğrenmek için hiçbir zaman geç değildir. Müslüman Kardeşler militanları ve hatta onları destekleyen halk kesimleri toplu halde katledilirken sesini çıkarmayanlar, hatta bu katliamı haklı bulanlar, şimdi en azından tehdit olarak katliam kendilerine dönünce boşuna sızlanmasınlar. Siz yapınca iyi de, başkaları size yapınca kötü mü oluyor?

Meseleye din, mezhep, inanç açısından baktığınızda varılacak yer burasıdır. Bırakın sosyalistliği, demokrat olanlar bile, ne Nusayrilerin ne Hıristiyanların ve ne de Müslüman Kardeşler’in öldürülmesini istemez.

Gevezelik yapmanın ötesinde, hamaset yapmanın ötesinde, bu çatışmayı durduracak başka önerisi olan var mı?

Yok!.. Olsaydı, bugüne kadar duyardık. Birleşmiş Milletler için de vakit geçmiş gibi görünüyor. Politika yapmaktır ve politika somut adımlar üzerinde yapılır. Ne yapacağınızı biliyorsanız ama bunun nasıl yapılabileceği hakkında fikriniz yoksa, ne istediğinizin de önemi yoktur.

Fikir özgürlüğü var! yapılamayacak olduktan sonra, istediğinizi savunun. Solun bir bölümü yıllarca marjinal kalmaktan politikanın ne olduğunu da unutmuş görünüyor. En iyisini yapamıyorsan, yapılması mümkün olanı yapacaksın, en azından yapmaya çalışacaksın. Yapılması mümkün olmayan en iyiyi söylemekle yetinmek, bu işin gevezeliğini yapmaktır. Ya da “yapar gibi yapmak”tır ki bizde bu durum hayli yaygındır. Her durumda yapılması mümkün olanı yapmak, hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir.

21 Eylül 2012

 

 

 

 

 

*