GÖKHAN HARMANDALIOĞLU VE DOĞAN AKHANLI: YARATICI SÜRGÜNLÜK

Sürgünlük, tarihi boyunca terk edilmek zorunda kalınan ülkeye özlem duymak ve dünyanın gailesi içinde neredeyse kaybolmak olarak bilinmiştir. Sürgün, çok kişi için yeni ülkede tükeniş ve dar grup içinde birbiriyle didişme anlamına gelmiştir. 19. yüzyıl ortalarındaki Rus sürgünlerde ve sonrakilerde durum böyledir. 

Bu çerçevedeki çok sayıda örnek nedeniyle “yaratıcı sürgünlük” yeni bir kavram sayılır. Tarihte örnekleri azdır. Bazı sürgünler, mesela Nazilerden kaçarak önce Fransa’ya ardından Meksika’ya giden Anna Seghers sürgünde de üretmeyi sürdürmüş ve yeni romanlar yazmıştır. Savaşın bitiminden sonra Almanya’ya gelen ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne yerleşen Seghers, Meksika’yı özlemiş ve bir dönem yeni ülkesine uyamamıştır. 

Sürgünde kaybolup gidenlerin sayısı bilinmiyor. 

Önceki yılların sürgünlerinin en azından bir bölümü yeni ülkelerinde kendilerini yeniden üretmeyi anlamsız bulurlardı. Yeniden üretip de ne yapacaksın, ülkeden kopuksun, kim bilecek ne yaptığını?

Son 25 yılda durum değişti ve sürgünde kendini yeniden üretmenin alanı genişledi. 1995 öncesindeki yıllarda kişi esas olarak sürgünde bulunduğu alanda –diyelim Almanya’da- kendini yeniden üretirdi. Bu yeniden üretimin sürgünlük alanı dışında da bilinmesi, yazılı ve/veya görsel ürünlerin geniş bir alanda insanlara ulaşması ihtimali zayıftı. 

Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya bunu yapabildiler çünkü ürünleri müzik ve sinema alanındaydı, yayılma imkanları edebiyata ve toplumsal araştırmalara göre daha fazlaydı.

İletişim imkanlarındaki büyük gelişme sonucu durum değişti. Uydu televizyonları, internette bloglar, haber siteleri, Facebook ve Youtube ile sürgünde kendini yeniden üretmek yaşanılan alanla sınırlı kalmamaya başladı. 

Sürgünde üretilen belgesel filmler uydu televizyonları aracılığıyla sadece terk edilmek zorunda kalınan ülkede değil, başka Avrupa ülkelerinde, ABD’de ve hatta Avustralya’da bile izlenebildi. Benzer durum yazılı ürünler için de geçerlidir.

Hangi alanda olursa olsun düzeyli üretim yapıyorsanız izleyiciniz mutlaka olacak, sayıları bazen çoğalacak ve dahası sizinle iletişim kurabilecek ve değerlendirmelerini iletebileceklerdir. 

İletişim araçlarındaki büyük gelişme sürgüne önceki ülkesindeki gelişmeleri yakından izlemek, orayla daha sıkı bağ kurmak imkanı sağladığı gibi; o ülkede yaşayanlara da sürgünün gelişmesini ve ürettiklerini izleyebilmeyi sağladı. 

Kim, nerede, ne yapıyor; bilmek eskisine göre olağanüstü kolaylaştı. Eskiden imkan olmadığı için bilinemezdi, bir süreden beri ise kişi bilmiyorsa merak etmediğindendir.

Bu yıl aramızdan ayrılan iki yaratıcı sürgünün, Gökhan Harmandalıoğlu ve Doğan Akhanlı’nın ürettikleri –diyelim otuz yıl önce- bu kadar bilinmez ve dar bir çevreyle sınırlı kalırdı. 

Yaratıcı sürgünlüğün ilk şartı kendini terk edilmek zorunda kalınan ülkedeki faaliyetle tanımlamamak, hemen olmasa bile zaman içinde bu çerçevenin dışına çıkmaktır. 

Gökhan Harmandalıoğlu bu konuda iyi bir örnektir. 20 Mart’ta Köln’de vefatının ardından yapılan anma toplantısına katılarak burada Avrupa Sürgünler Meclisi adına kısa bir konuşma yapmıştım. 

Korona önlemleri nedeniyle az sayıda katılımcıyla yapılan ve kısa süren toplantıda Gökhan’ın tanıtımında 12 Eylül darbesinden sonra emniyette yüz gün ağır işkence görmesi üzerinde özellikle durulmuştu. Gökhan’ın işkencedeki tutumu aradan geçen yıllara rağmen unutulmamıştı. 

33 yıldır sürgünde yaşayan Gökhan Harmandalıoğlu’nun tarihi Türkiye’de yaptıklarından ibaret değildi. Almanya’da belgeseller hazırlamış, kitaplar ve makaleler yazmıştı. Kendini yeniden üretmiş, Türkiye’deki faaliyetiyle sınırlı kalmamış, aşmıştı.

İsteseydi işkencedeki tutumunu tekrar ve tekrar anlatarak 33 yıl boyunca idare edebilirdi ama kendini geliştirmeyi ve üretmeyi seçti.

Yaratıcı sürgünlerin biyografisinde sadece Türkiye’de yaşadıkları yıllarda yaptıklarından söz etmek onlara haksızlık olur. Bu insanların sürgün tarihi de vardır ve bazen bu tarih önceki ülkedeki tarihin üzerine de çıkabilir. Bu konuda Doğan Akhanlı da iyi bir örnektir. 1992-2021 arasında yani 29 yıl sürgünde yaşayan Akhanlı yazdığı romanlar ve insan hakları mücadelesiyle Almanya kurumları tarafından da tanınan bir isim durumuna gelmiş, Türkiye’ye kısa süreli gittiğinde gözaltına alınması ve ağır hapis cezasına çarptırılmak istenmesi günlerce Almanya basınında haber olmuştu. Akhanlı Türkiye’nin çıkardığı kırmızı bülten sonucu İspanya’da gözaltına alındığında yapılan büyük kampanya sonucunda serbest kalmasının yanı sıra Türkiye’nin kırmızı bültenlerinin ciddiyetsizliği de ortaya çıkmıştı. 

Sürgünde herkesin bu iki insanın gösterdiği performansı sergilemesi beklenemez. Yıllar öncesinde kalmış Türkiye’deki pratik olmasa bile, sürgünde ürettikleri ve yaptıkları yeterlidir. 

Diyelim 30 yıl önce olsaydı kişinin sürgünde yaptıkları ülkede yaşayanlar tarafından pek dikkate alınmazdı. Bir süreden beri böyle değildir. Doğan Akhanlı için asıl olan Almanya’da yaşadığı yıllar ve burada yaptıklarıdır ve nitekim biyografisi de bu çerçevede anlatılmaktadır. 

Her ikisi de şanslı sürgünlerdir. İletişim imkanlarının geliştiği, bir alanda üretilenin terk edilmek zorunda kalınan ülke başta olmak üzere değişik ülkelere yayılabildiği, çok kişinin onları kişisel olarak tanımasa bile bildiği, yaptıklarını izlediği bir dönemde sürgünlük yaşadılar. 

Şans yetmez, onu kullanabilmek gerekir. 

Gökhan Harmandalıoğlu ve Doğan Akhanlı son 25 yıllık dönemin özelliklerini iyi kullandılar. 

Sürgün Dergisi ’nin Ocak 2022 tarihli üçüncü sayısında yayınlanmıştır.